27 Kasım 2008 Perşembe

Yazmaya başlarken...

Oldum olası çok severim yazı yazmayı. Sadece kendim için olsa bile. Öyle ki, odamdaki çöp kutusu hiç kimsenin okumayacağını bile bile yazdığım ve sonra yırtıp attığım kâğıtlarla dolar geceleri. Üstelik aynı yazının değişik versiyonlarını yazmaktan bile sıkılmam. Bu da benim beyin sporum. Bu zevk bir zamanlar bir kitap yazma hayalinin peşinden koşturmuştu beni, ama gazetecilikte takıldım kaldım, ileri gitmedim. Müzik üzerine, İstanbul üzerine yazdım doya doya. Bir dönem İstanbul'un her sokağı satırlarımdan nasibini aldı. Ne yazık ki bu sevgim o sokaklarda noktalandı, kaldı. Çünkü gittim müziğe aşık oldum. Öylece yıllar geçti. Gazetecilikten kopunca yazı yazmak zamanla daha mı zor geliyor ne? Belki çöp kutumda biriken kâğıtların sayısı o yüzden artıyordur. Ama o sevda hep biryerlerde saklı. Şimdi de beni dürtükleyip duruyor yine. Ben zaten baştan çıkmaya hazır... Okunur mu, okunmaz mı bilmem ama, içimden gelen herşeyi yazabileceğim bir sayfam olsun istedim. Dikili ağaçlara inat. Nasıl başlasam, nerden başlasam diye düşünürken bu cümleler döküldü klavyeden. Sahi daktilo tuşlarının parmak uçlarını nasırlaştıran sertliğinden sonra şu yumuşacık klavyelerle yazmak ne de güzel oluyor. Sadece daktilonun sesini özlüyorum. O çıtırtı ne ilhamlara davetiye çıkarırdı. Şimdi sessizliğin içinden arayıp bulmak gerekiyor kelimeleri. Eh, bu da bir ayrı güzel. Umarım ben burada yazmanın zevkini yaşarken, birileri bu zevke ortak olur da gönülden gönüle köprüler kurulur...