2 Temmuz 2012 Pazartesi

KALBİNDE YOKSA YERİM, BEN AYAKTA DA GİDERİM!

Bu ayın başında yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu'nun belki de en dikkat çeken uygulaması, dolmuş ve kamyonların arkalarında okumaya alıştığımız veciz yazıların yasaklanması oldu. Yeni kanun toplu taşımacılık alanında modern ve çağdaş bir çizgiyi yakalamak adına herkesin alkışlayacağı birçok kural getirmiş durumda. Ama hepimizin çok sevdiği ve neredeyse kültürümüzün bir parçası olarak değerlendirilen, hatta üzerlerine yarışmalar düzenlenen "kamyon yazıları edebiyatı", yeni kurallarla birlikte, kurunun yanında yaş da yanar misali, dönemini tamamlamak zorunda kaldı.

Yeni kanuna göre otobüslerde tavuk ve horoz gibi canlı hayvan taşımak, gece yarısından sonra yolcu otobüslerinde yüksek sesli müzik çalmak, şehirler arası yolculuklarda yumurta, soğan, lahmacun gibi kötü kokan yiyecekler yemek yasak. Yolcunun lehine taşıyıcı firmalara birçok yaptırım da getiriliyor. Hepsi harika! Ama toplu taşıma araçlarının dış yüzeylerinin sadeleştirilmesine yönelik alınan kararla kamyon ve dolmuş yazılarının yasaklanması açıkçası birçoğunuz gibi benim de içimi burktu. Türk insanının ince ve kıvrak zekasını ortaya koyan bu birbirinden keyifli cümleler hem uzun yolculuklarımızın monotonluğunda birer neşe kaynağı, hem de her ortamda dostlarımızla paylaşa paylaşa farkına varmadan ördüğümüz bir ortak duvarın ahenkli taşları olmuştu. Bir türkü, bir fıkra, bir mani gibi kimden çıktığı belli olmayan bu cümlelerin, üretildikleri anda toplumun birçok farklı kesiminde popüler hale gelmeleri, komik ve zekice olmaları kadar yazıldıkları yerlerden de kaynaklanıyordu. Aynı cümleleri dolmuş ya da kamyon arkasında değil de yoldan geçerken gördüğümüz bir duvarda okusaydık acaba bu kadar çok sever miydik? Öyle olsaydı "graffiti" Türkiye'de çok yaygınlaşırdı herhalde. Oysa biz duvar yazılarını daha çok siyasal sloganlar için kullanmış bir toplum olduk yıllarca. Demek ki kamyon ve dolmuş arkalarının sahip olduğu özgün statü, oradaki yazıların içeriği kadar önemli oldu kamyon edebiyatının oluşmasında.

İçerik açısından ele alırsak, artık veda etmek zorunda kaldığımız bu kamyon yazıları yıllarca neden bu kadar çok sevildi dersiniz? Merak ettim ve belli başlı cümleleri gözden geçirdim. Benim mantığıma göre ortada iki ana grup var. İlki şoförlerin hissiyatını anlatan cümlelerden oluşuyor. İşte birkaç örnek: 
  • "Aşıksan vur saza, şoförden bas gaza", 
  • "Rampada geçme beni, düzlükte ezerim seni", 
  • "Yollar gidişime, kızlar duruşuma hasta", 
  • "İstanbul Ankara 6 saat, sana sevgim 24 saat", 
  • "Eğer bu yazıyı okuyabiliyorsan çok yaklaşmışsın demektir", 
  • "Araman için hata mı yapmalıyım?", 
  • "Kes hızını, ağlatma el kızını"...
İkinci grup ise daha genel. Temeli karşılıksız aşka ya da kara sevdaya dayalı. Söyleyenin şoför olması gerekmiyor. Ama az biraz gariban olmak lazım bu cümleleri kurmak için. Belki Türk filmlerindeki gibi fakir ama gururlu. Türk insanının hayalindeki romantik kahraman yani. Neler mi söylüyor:
  • "Senin havan varsa, benim de rüzgarım var", 
  • "Dünya dikenli bir hayat, sevenlerde mı kabahat", 
  • "Bir daha sevmek için heves mi bıraktın?", 
  • "Bu dünyada her şey paraysa üstü kalsın", 
  • "Duanla mı yaşadım ki, bedduanla öleceğim?", 
  • "Uzaktan severim, ruhun bile duymaz", 
  • "Alem kaşar olmuş, tost yapan yok", 
  • "Kalbinde yoksa yerim, ben ayakta da giderim"...
 Gördüğünüz gibi bir yanda uzun ve bitmek bilmez yolların çilesi, diğer yanda aşk, hasret ve çaresizlik. Ama işin asıl önemli yanı, bu duyguları ifade eden cümlelerdeki müthiş mizah duygusu. Karamsarlığı ve zorlukları böylesine güçlü bir mizah anlayışıyla ifade eden bir başka edebiyat örneği aklımıza geliyor mu? Hem de slogan mantığıyla, kısacık cümleler halinde. Zaten dünyanın başka hiçbir ülkesinde ne uzun yol araçlarında ne şehir içi taşımacılığında böyle bir uygulama görülmüş değil. Yani inceleyecek olsanız tez konusu olur. Oturup listelemeye kalksanız kitap haline gelir. Koskocaman bir kültürel yansıma.

E, hal böyle olunca, "çağdaş taşımacılık için getirilen kurallara bir diyeceğim yok ama bizim bu masum ve yaşantımıza renk katan kamyon yazıları edebiyatımıza dokunmasalar olmaz mıydı", demeden edemiyorum. Yahu ne bileyim, toplu taşıma araçlarının sadeliğini bozmayacak şekilde yazıların tipine ve boyutuna bir standart getirselerdi mesela. Ya da araçların arkasına asılacak şekilde reklam panosuna benzer bir bölüm oluşturulsaydı. Bunların hiçbirisi düşünülmemiş tabii. Bundan sonra da düşünülmeyeceğinden şüphem yok. Ama eminim ki bu yazıları ortaya çıkaran ve Türk toplumunun her kesimine sevdiren o toplumsal ortak zeka, kamyon yazıları edebiyatını yaşatmanın da bir yolunu bulacaktır elbet!!