21 Kasım 2009 Cumartesi

Bir Fincan Kahve

Fatih Belediyesi'nin katkılarıyla bir müzik ve sohbet programına başladık. Adı "Bir Fincan Kahve". Kızkardeşim Jale Şengün'le birlikte hazırlıyor ve sunuyoruz. Her ay iki konuğumuz oluyor. Tabii ki eksenimiz Türk Müziği. İlk bölümde Türk Müziği'nin usta sanatçılarından Tülûn Korman ve Serap Mutlu Akbulut konuklarımız oldu. Programın ismine yakışması için de ilk bölümün konusunu "Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır" yaptık.
Programda, belirlediğimiz konu üzerine söyleşirken sahnede bizimle birlikte olan beş sazende arkadaşımız eşliğinde güzel şarkılar söylüyoruz. İlk bölüm de böyle tatlı bir sohbetle başladı. Jale ile birlikte kahve kültüründen bahsetmeye başladık. Sonra konuklarımızdan Tülûn Hanım'a ilk soruyu sorduk. "Kahvenin hatırına geçmeden önce kahveye hayatınızda nasıl yer verirsiniz? Ne kadar kahve içersiniz? Kahve içmekten zevk alır mısınız?" falan filan... Tülûn Hanım'ın cevabı ilk beşinci dakikadayken bizi yıktı. "Ben kahveyi hiç sevmem" dedi. "Hayatımda ağzıma sürmedim!!".
Seyirciler kahkahayı patlattı tabi. Jale de "E, hadi o zaman program burada bitti. Bi dahaki aya görüşürüz" diye espriyi tamamladı!! Ama bu ilk golden sonra ortam öyle güzelleşti ki sohbetler mi şarkılara, şarkılar mı sohbetlere karıştı anlamadık. Arada ikram edilen mis gibi kahvenin kokusu eşliğinde ikinci bölümde de kahve sohbeti yapmaya devam ettik. Serap Mutlu Akbulut ve ben arka arkaya şarkıları seslendirirken izleyiciler hayatından çok mutlu görünüyordu. Ama finale Tülûn Korman'ın ileri yaşına rağmen en küçük bir detonasyona uğramadan o nefis soprano sesiyle seslendirdiği "Gel ey denizin nazlı kızı, nûş-i şarab et" şarkısı damgasını vurdu. Bütün salon biz de dahil çılgın gibi alkışladık büyük sanatçıyı. Allah sesine de sağlığına da zeval vermesin.
Konumuz kahveydi ya, salona sormadan edemedik. Kim en güzel kahve yapar, diye. Kimseden ses çıkmadı. Ama arada yanımıza gelen bazı hanımefendiler kulağımıza "Aslında ben çok iyi kahve yaparım ama orada söyleyemedim, utandım" diye fısıldamayı ihmal etmediler. Anlaşılan bundan sonraki programlarda salonda izleyicileri de sohbete katmak için biraz daha yüreklendirmek gerek.
Bu ay ikincisini yapacağız. 25 Kasım 2009 Çarşamba akşamı. Yine Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi'nde. Konuklarımız sevgili Melihat Gülses, Necip Gülses ve kızları Neva Gülses. Konumuz da "Zevkler ve Renkler". Tartışılmaz derler ama üzerinde konuşmak da pek hoş olacak doğrusu. Yolu düşenleri bekliyoruz. Bir fincan kahve içmeye, zevkli bir sohbete ve nefis bir müzik ziyafetine...

19 Temmuz 2009 Pazar

Tembel bir blogcu olmanın dayanılmaz sıkıntısı

Yazı yazmayı sevmek güzel. Ama yazı yazmayı seviyorum, demek marifet değil tabii. Bir de oturup hergün düzenli olarak yazabilmek lazım. Bu mantıkla köşe yazarlarına gıpta etmemek mümkün değil. Hergün bir konu bulup onun üzerine fikir yürütmek kolay iş değil. Ama öyle bir avantajları var ki, iyi kullanabildiklerinde fikir üretme konusunda Eflatun'a Sokrates'e taş çıkarmaları işten bile değil. Ne avantajı mı? Türkiye'de yaşıyoruz kardeşim. Sabah kalktığınız anda "bugün acaba yine ne oldu" merakıyla uyanmıyorsanız kendinizi toplumdan adamakıllı soyutlamışsınız demektir. Her an değişen bir gündem, her an şaşırtan gelişmeler... Eskiden gazeteciler günü 24 saat öncesinden yaşar, diye gıpta ederdim. Artık televizyondaki haber kanallarının süper hızı hepimizi aynı önceliğe sahip kıldığı için bu avantaj bizim gibi sıradan insanlara da geçti ama, yine de köşe yazarlarının meslek ve isim itibarıyla sahip oldukları önceliklerle bu gündem içinde harikalar yaratmamaları ayıp olur bence.
Peki bir blog içinde neden olmasın ki... Eh bundan sonra tembel bir blogcu olmaktan vazgeçip aklıma geleni yazayım bari ben de...