1 Kasım 2011 Salı

Sosyal paylaşım sitesi nam-ı diğer facebook

Herkes facebook hakkında o kadar çok şey yazıp çizdi ki, irdelenmedik yanı kalmadı aslında. Ama diğer yandan facebook herkese göre farklı farklı yönleri keşfedilebilecek bir iletişim noktası. Çünkü kullanıcı sayısı kadar amaca hizmet ediyor. Öyleyse içine katılan herkesin sanal dünyasındaki tanımı ve anlamı da farklı. Yani anlatılmamış daha çooook değişik yönü var.
İlk duyduğum zaman bir grup genç arkadaşın özentisi olarak değerlendirip uzun süre ilgilenmeyi reddettiğim bu olgu, farkına bile varmadan yaşamımın bir parçası haline geliverdi. Ama hani bazı köşe yazarlarının ve eleştirmenlerin üstüne basa basa facebook'un insanları asosyalleştirdiğine dair seslendirdikleri fikirleri destekleyen bir bütünlük değil benim yaşadığım. Evet, facebook'u kullanıyorum ve akşam işlerimi bitirip eve geldiğimde yaklaşık yarım saatimi bu siteyle oynayarak geçiriyorum. Hadi itiraf edeyim, bazan daha da uzun sürüyor. Oynayarak tabirini yanlışlıkla kullanmadım, çünkü facebook'u bir modern zaman oyuncağı olarak kabul edenlerdenim ben. Televizyonun karşısında pasifleşmenin yarattığı sıkıntıya düşmekten beni kurtardığı için eline oyuncak verilmiş bir çocuk gibi mutlu oluyorum. E sonra, birçok kişinin ifade ettiği gibi uzun yıllardır haberini almadığım eşime dostuma ulaşmanın keyfini yaşıyorum. Kim nerede, neler yapıyor sorusuna cevap verecek fotoğraflarla oyalanıyor, müzisyen kimliğimi gelen kaliteli videoları seçip dinlediğim eserlerle tatmin ediyorum. Nerede, hangi etkinlik yapıldığını facebook olmasa takip etmem çok zor olurdu sanırım. Eh, kendi konserlerimi çevreme duyurmanın da daha hızlı bir yolu yok sanırım. Hayatımdaki küçük bir yeniliği kısacık bir cümleyle yazdığım zaman bile sayısız cevap geliyor. Ne çok kullanım amacım varmış yahu!! Hadi itiraf edeyim, arkadaşlarımın doğum gününü kutlamayı unutmamam da facebook'un bir başarısı. Ama bazen doğum günlerini kutlamak için sadece arkadaşlarımın duvarına "İyi ki doğdun, nice yıllara" türünden bir şeyler yazdığım ve telefona sarılmaya üşendiğim için kendimden nefret ettiğim anlar da oluyor. Hiçbir zaman katılmayacağım bir etkinlik davetine cevaben "Belki" yazdığım zaman kendimi sahtekar gibi hissediyorum. Dikkatimi çekmek isteyenlerin beni dürtmelerine sinir oluyorum. Çünkü aslında bu "dürtmek" tabirini hiç sevmem. Ayrıca iznim olmadan beni bir sürü gruba üye yapanları tek tek bulup onlara bağırmak istiyorum. Çünkü bir gruba üye olur olmaz o gruptakilerin tüm mesajlarının mail kutumu doldurmaları hiç hoşuma gitmiyor. Ama öte yandan facebook hesabımı gerçek mail adresimle eşleştirmekten vazgeçmek de işime gelmiyor. Bazen kendi kendime bu konuyu dert ettiğim için gülüyorum ama maillerimi her kontrol edişimde aynı sıkıntı yüzünden söyleniyorum.
Bir de üstüne üstlük listemdeki kişi sayısı beş bine ulaşmak üzere. Yani sınırdayım. Facebook üyeleri bilir, beş bin arkadaştan sonrasını sistem kabul etmiyor. Ya ikinci bir sayfa açacaksınız ya da ondan sonra gelen arkadaşlık davetlerini kabul etmeyeceksiniz. Bu da ayrı bir sıkıntı. İnsan gelen arkadaşlık davetlerini reddetmek zorunda kalınca kendini kapısına gelen misafiri geri çevirmiş gibi hissediyor. Bu noktada, okuyanların bir çoğu, hakkımda asosyal teşhisi koymuştur, eminim. Facebook başında akşamlarını geçiren, listesine beş bine yakın isim ekleyen ve artık arkadaşlık davetlerini kabul edemeyeceği için üzülen birisi üstelik en kibar ifadeyle "asosyal"dir dii mi? Bunun daha değişik ifadeleri de var ama ben kendimden bahsettiğim için farklı kelimeler bulmak konusunda okuyanlara yardımcı olmayacağım. Onun yerine kesinlikle asosyal olmadığımı ama günlük yaşam çizgimi facebook'la renklendirdiğimi söylemekle yetineceğim. İnanıp inanmamak sizin sorununuz. Sabah erkenden işe gitmek için evden çıkıp akşama kadar geçen 10-12 saatin kendisine yetmemesi gibi bir sorunu olan ben "asosyal" olamam herhalde.
Hal böyleyse, teşhis koymak konusunda birşeyler yapmam lazım sanırım. Gün bana yetmiyorsa ve insanlarla sosyal iletişimimi yüzyüze yapacak birçok gruba girip çıkıyorsam, hatta konserlerim sayesinde kalabalıklar içindeysem, kalan zamanlarımda neden facebook'a bu kadar çok yer ayırıyorum? Hatta neden yaşamımın bir parçası haline gelmesine izin veriyorum? Hadi itiraf edin, mesleğiniz ve yaşam tarzınız ne olursa olsun bu sosyal paylaşım ağına girdiyseniz siz de bir bilgisayar başına geçer geçmez sayfanıza en azından bir göz atmadan duramıyorsunuzdur. Hele hele akşam saatlerinde hemen herkes bilgisayar başında olduğu için adeta otomatik olarak toplanmış kocaman bir meclisin bir parçası haline gelmekten keyif alıyorsunuzdur. Peki neden? Sanırım tamamiyle şehirleşen bir atmosferde uzaklıklardan ötürü ha deyince insan içine karışamamanın yarattığı zorluğa karşı facebook çok iyi bir çözüm de ondan... Eskiden akşamları, müsait olununca birbirine oturmaya giderdi insanlar. Şimdi hangimiz ev ziyaretlerine yeterince zaman ayırabiliyoruz? Hafta içi dışarı çıkmak, çıksanız bile biraz uzağa gitmek ertesi gün yapılacak işlerinizi düşününce ciddi ciddi cesaret gerektirmiyor mu? Oysa evde çayınızı içerken bırakın aynı semti, başka şehirdeki ya da başka ülkedeki arkadaşlarınız bile yanıbaşınızda. Kendileri yoksa bile haklarında konuşacak bir sürü ortak arkadaş var ortada. Dedikodu ihtiyacımız otomatikman sıfırlanıyor işte. Sohbetlerin seviyesi, paylaşılan şiir, şarkı, türkü ve benzeri edebi ürünlerin kalitesi, tarzı tamamen sizin tercihinize göre belirleniyor. Öyleyse niçin sosyal yaşamı öldürdüğünden ve insanı yalnızlığa ittiğinden bahsedelim facebook'un? Tam tersine insanı ait olmak istediği kalabalıkların arasına çekmiyor mu bir anlamda?
İşi bu noktada bıraktığınızda facebook tarafımdan şiddetle tavsiye edilecek bir paylaşım sitesi. Ben kendi adıma bu noktada bırakmayı becerenlerdenim. Ama, bu biraz da sigara gibi mi ne, alışkanlık haline gelince, insanın kişilik yapısında da, her alışkanlığın yaptığı gibi, problemlere yol açıyor. Nasıl mı? Kendinizi çok kaptırdığınızda gerçek yaşam ve sanal yaşam birbirine karışabiliyor. Aslında çok aktif bir facebook kullanıcısı olan siz, gerçekte ne kadar yalnız olduğunuzun farkına varmıyorsunuz. Bilgisayar başına geçince bütün etkinlikleri onaylıyor ve hepsine katılma sözü veriyor, herkesin doğum gününü kutluyor, her fikri ve düşünceyi bir tuşa basarak beğeniyor, yapılan herhangi bir yorumu destekliyor ya da eleştiriyor, aklınıza geleni dürtüyor, istediğinizin yaşamı hakkında fikirlerinizi beyan ediyor, gruplara katılıyor, facebook üzerinden düzenlenen miting ve yürüyüşlerin bir parçası oluyorsunuz. Bir tuşa basınca bunların olması ne kolay ve ne hoş değil mi? Ama iş bilgisayar başında verilen sözleri gerçek yaşamda uygulamaya gelince tepkisiz kaldığınızda, sanal dünyadaki aktifliğinizin hiç bir anlamı kalmıyor. İşte üzerinde düşünülmesi gereken nokta, bu nokta. Sanırım bunu birçok kişinin kendi adına düşünmesi gerekiyor. Çünkü sanal atmosferdeki aktivitenizin gerçek yaşamınızdaki faaliyetlerinizle örtüşmesini denetleyecek bir mekanizma olmadığı için konu sadece kendi kendinize karşı olan samimiyetinizde kilitleniyor. Samimi olmayanların sayısı ise hayli fazla. Düşüncelerinizi ve bilgisayar ekranının arkasındaki beyninizi normal eylemleriniz ve gerçek yaşamdaki rollerinizle bütünleştirmek konusunda nasıl hareket ediyorsunuz? Bu iki farklı kavramı bütünleştirmeyi mi, ayırmayı mı tercih ediyorsunuz? Bu noktada kullandığınız tercih sizin mi facebook'u kullandığınızı, yoksa facebook'un mu sizi kullandığını gösteriyor aslında. Eğer kendine sanal dünyada aktif bir kişilik yaratmış binlerce insanın biraraya geldiği bir sosyal paylaşım sitesinden dünyaya bakıyorsanız ve bu aktif kişiliklerin hiçbirisi aslında çevrenizde yoksa, insan kalabalıkları olarak biraraya gelip iletişime geçmenin hiçbir gerçek amacı yok demektir. İşin ilginç yanı bireysel olarak böyle bir tercihi uygulamak bulaşıcıdır da. Çünkü sanal dünyada aktif görünüşlü ama gerçek yaşamda varlığını göstermeyen insanlar arasına katılmak ilk bakışta kimseye birşey kaybettirmiyor. Hatta manen kendini tatmin etmek noktasında bir kazançtan söz etmek de mümkün. Onun için bulaşıcı dedim zaten. Ama uzun vadede kendilerini ve çevresindekileri yarattıkları sanal kişiliklerle kandırıp gerçek yaşama silik bir pencereden bakanlar hazırladıkları çevreden nasıl bir kazanım elde edebilirler acaba? Cevabı negatif değil mi?Bence "facebook"da gerçek kişiliklerimizle, gerçek dünyamızda yaşadıklarımızı paylaşıp yeni dostluklara ulaşmaya çalışarak bu sosyal paylaşım sitesini amacına uygun şekilde kullanmayı denersek o ince çizgiyi aşmadan bu işi zevkle ve zevkimize hizmet edecek şekilde götürebiliriz ancak. Hasta olduğunu facebook üzerinden öğrendiğimiz bir arkadaşımıza aynı yerden ilaç tavsiye etmek yerine onu alıp doktora götürmek daha büyük bir manevi tatmin ve mutluluk değil mi, ne dersiniz?

Hiç yorum yok: